Cittaslow (sakin şehir) ünvanı ile dünyanın ilk ve tek sakin adası olan, doğal ve kültürel sit alanlarıyla çevrili Gökçeada, mutlak korunması gereken alanlara yapılan inşaatlar, açılması planlanan taş
ocağı ve bakir koyların ihaleye açılarak özelleştirilmesi çalışmalarıyla risk altında.
Gökçeada ile ilgili korunması gereken mutlak alanlar, kontrolsüz yapılaşma ve adanın potansiyeline ilişkin Yeşil Gazete’ye değerlendirmede bulunan uzmanlar ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri, kurumlar arasında iletişimsizliğin ve planların revize edilmeyişinin büyük bir felakete yol açacağını belirterek acil master planı yapılması gerektiği çağrısında bulundu.
HABER: Serap Cömertoğlu İşcan
Stratejik önemine istinaden askeri açıdan yasak bir ada olması nedeniyle uzun yıllar yatırım almayan ve 1990’lardan sonra ekonominin güçlendirilmesine ilişkin turizm faaliyetlerine teşvik edilen Gökçeada’da, plansız ve düzensiz yapılaşma tehlike oluşturuyor.
Turizm potansiyeli ve nüfus yoğunluğu ile birlikte kontrolsüz, plansız yapılaşma artış gösteriyor.
Sit alanlarına inşa edilen ve yüzlerce olduğu ileri sürülen ruhsatsız yapıların, nasıl düzenleneceği tartışılırken, diğer yandan Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan olarak tescillenen ve sınırlarına inşaat yapılması yasak olan Gökçeada Lagünü’nde otel inşaatının çalışmaları devam ediyor.
Gizli Liman’ın ihaleye açılarak işletmelere verilmesi de ada halkını endişelendiriyor.
1990 ve 2000’li yılların başlarında oluşturulan 1/ 5000 ölçekli ve 1/10.000 ölçekli imar planları kapsamında Gökçeada Belediyesi tarafından ruhsat izni verilen, Mavisu Resort otel inşaatı, 2018’de Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından “Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan” ilan edilen Gökçeada Lagünü (Tuz Gölü) üzerinde yükseliyor.
Çevre Kanunu ve Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin yanı sıra, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan Gökçeada Lagünü Sulak Alan Yönetim Planı’na da aykırı olarak bölgede gerçekleşen yapılaşmanın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 20 Temmuz 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan, doğal sit alanlarını koruma ve kullanma koşullarına ilişkin karara da aykırı olduğu görülüyor.
Kararda “Dalyan ve lagünlerde doğal dengenin devamlılığının sağlanması için; ilgili kamu kurumu görüşleri doğrultusunda ve herhangi bir yapı yapılmamak şartıyla alanın özelliğinden kaynaklanan geleneksel avcılık yöntemleriyle yapılan balıkçılık faaliyetlerine ve mevcutların rehabilitasyonuna, bakımına ve onarımına izin verilebilir” ifadeleri yer almasına rağmen otel inşaatı, yapılmaya devam ediyor. Aydıncık koyundaki yapılaşmaların yanı sıra taş ocağı da bölgede tehlike oluşturuyor.
Gökçeada Belediyesi CHP Meclis Üyesi Şebnem Avcı’nın kayınpederi Nusret Avcı tarafından açılması planlanan taş ocağı, Gökçeada Lagünü’ne ortalama 2,5 km yakınlığında ve lagünün ekolojik etkilenme alanı içerisinde bulunuyor.
Söz konusu lagünün bulunduğu alanda araştırma yürüten ve çalışma sonucunda ilgili resmi makamlara alanın koruma altına alınması yönünde başvurularda bulunan Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın (TÜDAV) araştırmasına göre ise; Gökçeada Lagünü tescil sınırı sınırları içinde bulunan alanlarda 28 Eylül 2015 tarih ve 2600 sayılı karar ile 1. ve 3. arkeolojik sit alanı olarak tescilinin devamı kararı mevcut.
Gökçeada Lagünü tescil sınırı içinde bulunan alanlarda Mülga Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu‘nun 24 Mayıs 2002 tarih ve 1016 sayılı kararı ile 1., 2. ve 3. doğal sit alanı olarak tescil edildiği, Doğa Koruma ve Milli Parklar 2. Bölge Müdürlüğü tarafından 2012’de “Gökçeada Lagünü Sulak Alan Alt Havzası Biyolojik Çeşitlilik Araştırma Alt Projesi” hazırlanarak yönetim planı için önemli veriler elde edildiği belirtiliyor.
2016’da Gökçeada Lagünü ile ilgili çalışma yürüten Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Herdem Aslan, sulak alanların tüm dünya için çok önemli ekosistemler olduğuna dikkat çekiyor.
Sulak alanların, suyu filtre ederek yer altı ve yerüstü sularının dengesini koruduğunu ve pek çok canlıya ev sahipliği yaptığını aktaran Aslan, lagünlerin birçok canlının göç esnasında duraklama noktalarını oluşturarak, göçlerini tamamladıklarını ve 181 kuş, 184 bitki türüne ev sahipliği yapan Gökçeada Lagünü’nün de bunlardan bir tanesi olduğunu söylüyor.
Aslan, söz konusu lagünün çok uzun göçler yapan flamingolar için önemli bir uğrak noktası, ada martılarının ise Türkiye’de belli başlı üreme alanlarından biri olduğunun altını çiziyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan Gökçeada Tuz Gölü Sulak Alanı yönetim planına uygun olmayan bir otel yapımının bölge için risk olduğunu belirten Aslan, şöyle konuşuyor:
“Bu yönetim planının içinde alanın ne kadar özel mülkiyet olduğu ve bu özel mülkiyet içindeki alanların da hangi izinlerle işleme geçeceği ve turizm için tahsis edileceği yazılı. Buna rağmen bölgeye yapılmaya başlanılan otel, hepimizi şaşırttı ve endişeye düşürdü. Bakanlıklara soruyoruz: Hangi izinle Gökçeada lagünü içerisinde 66 odalı yeni bir otel inşaatı başladı? Yapıldığı takdirde, yeni yapılan bu otel ve mevcut diğer otellerin atıkları, nasıl bertaraf edilecek. Kullanılacak su ihtiyaçları nasıl karşılanacak?”
2016’da lagünle ilgili yapılan çalışmada 45 farklı tip pestisit saptadıklarını dile getiren Aslan, su çamurunun içerisinde ise ağır metal bulunduğunu belirtti.
Her türlü kirletici unsura rağmen lagünün, yaşamaya ve var olmaya çalıştığını, ekosistem servislerini de insanlara sunarak hizmet etmek istediğini söyleyen Aslan, “Halihazırda Gökçeada Tuz Gölü Sulak alanın çözülmeyi bekleyen vahşi çöp toplama alanı gibi başka ciddi sorunları varken otel ya da taş ocağı gibi yeni kirletici unsurları ekosisteme dahil etmeyi doğru bulmuyorum” dedi.
Aslan, lagündeki çamurun sağlık alanında kullanılmasına yönelik yürütülen faaliyetler ve gelen konukların da kuşlar üzerinde baskı oluşturduğuna değindi.
Dünyada’daki sulak alanların yüzde 71’inin cehaletten kurutulduğunu aktaran Aslan, Türkiye’de de sulak alanların çok büyük bir kısmının kuruduğunu, söz konusu bölgelerin ekolojik önemi bilinirken, tüketmeye yönelik girişimlerin doğru olmadığını vurguladı.
Sulak alanın su rezervlerinin nasıl tüketileceğinin önemli bir konu olduğunu vurgulayan Aslan; “ Bölgede açılan bazı kuyular var. Yeni misafirler için nasıl bir su tüketimi planlandığı bilinmiyor. Bu izinleri veren kişiler bizi aydınlatmalı” ifadelerini kullandı.
Kazdağları Ekoloji Platformu Koordinasyon Kurulu Üyesi Reyhan Erdem ise Gökçeada Lagünü’nün, kontrolsüz ve düzensiz yapılaşma, plansız turizm faaliyetleri, sörf etkinlikleri, evsel atık, kanalizasyon, böcek ilaçları, tarım ilaçları, bilinçsiz sulama gibi tehditler altındayken, lagünün içine yapılan otel ve yakınana açılması planlanan taş ocağı ile daha büyük ve geri dönüşü olmayan bir tahribat içerisinde olduğunu söyledi.
Erdem, ulusal öneme haiz 53 sulak alandan biri olan lagünde, ÇED izni alınmadan, uygunsuz şekilde gerçekleştirilen otel inşaatının bir an önce durdurulması gerektiğini kaydetti. Bölge için geri dönüşü olmayan bir tehlikeyle karşılaşıldığını belirten Erdem, kurumlar arasında iletişimsizliğin ve planların revize edilmeyişinin büyük bir felakete yol açacağına dikkat çekti.
Gökçeada Lagünü’nde, imar planları yenilenmeden, eski plana göre, Mavi Su Resort Otele verilen otel inşaatı ve tüm inşaat ruhsatlarının hukuksuz olduğunu ve iptal edilmesi gerektiğini aktaran Erdem, lagünü tehdit eden birçok unsura dikkat çekti:
“Arıtma tesislerinin olmaması, belediyenin katı çöp depolama alanından lagüne akan çöp suları, tarım ve böcek ilaçları gibi birçok etken gölü riske atarken, göl havzasının otel gibi yapılaşmaya açılmasının eklenmesi ile otellerin yer altı sularını kullanacak olması, lagünü besleyen yer altı sularını azaltacak. Tesislerden çıkacak evsel atıklar ve kanalizasyon lagününün kirlenmesine yol açacak, gölün dibinde ki bina ve insan yoğunluğu kuşları ürkütüp kaçıracaktır. Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan koruma statüsü nedeniyle, lagün havzasına, lagün için ekolojik yıkım projesi anlamına gelecek hiçbir yapılaşma ruhsatı, otel inşaatı izni verilemez.”
Erdem, ayrıca, İnşaat Yasağı Genelgesi kapsamında, inşaat yasağı olan Tuz Gölü kıyısında, turizm sezonu olan yaz mevsiminde, hukuksuz ve yasadışı bir şekilde, otel inşaatının sürdüğünü belirtti.
Otelin herhangi bir ÇED başvurusunun olmadığının altını çizen Erdem, Çevresel Etki Değerlendirme sürecinin işletilip, etkileri bilimsel şekilde ortaya konularak çalışmalar yapılmalısı gerektiğini vurguladı.
Lagünün ya da yöre halkının çıkarlarının düşünülmediği ve tamamen sermaye sahiplerinin rant çıkarları doğrultusunda çalışmalar yürütüldüğünü sözlerine ekleyen Erdem, “Lagündeki otelin dışında, taş ocağı ile birlikte dinamitle patlatılacak alanda tozlu ve puslu bir hava olacak. Ağır metalli, radyasyonlu partikül maddeler, hakim poyraz rüzgarları ile lagün ve tüm adayı etkileyecek. Ağır metalli radyasyonlu partikül maddelerin, havaya karıştığını asit yağışlarına neden olabilir. Lagün yöresindeki bitki türü ve kuşlar için riskli. Gökçeada lagünü ve taş ocağının bulunduğu alanda tavşan ve keklik yuvaları mevcut. Gökçeada genel avlak ilan edilmiş durumda. Hayvanların üreme, beslenme ve yaşam alanlarında taş ocağı yapılamaz” şeklinde konuştu.
Adanın en bakir alanlarından biri olan Gizli Liman‘ın özelleştirilmesine ilişkin de değerlendirmede bulunan Erdem, alanın kamuda kalması yönünde yetkililere seslendi.
Bilim insanlarının kanalizasyon atığı nedeniyle plansız ve kontrolsüz şekilde bir kafe dahi yapılamayacağını aktardığı Gizli Liman, yüksek biyoçeşitliliğe ve iyi su kalitesine sahip alanlardan bir tanesi. Gizli limanla ilgili ÇED sürecinin işletilmesi gerektiği ve koyların kamuda kalması çağrısında bulunan Erdem şunları söyledi:
“Kesinlikle ranta açılmamalı, özelleştirilmemelidir. Gizli Liman, plansız, kontrolsüz, sermayedarlara, özel sektöre tahsis edilmemelidir. Gizli Liman, üzerinden para kazanılacak ticari meta değildir, kamunundur, halkındır, kamuda kalmalıdır. Gökçeada, birbirinden özel ve bakir koylara sahip. Türkiye’nin ilk ve tek milli su parkının olduğu Yıldız Koyu’nun imara açılacağı yönünde de söylemler vardı. Şu an böyle bir şey söz konusu değil. Hepsini korumakla yükümlüyüz”
Çanakkale Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Ali Furkan Oğuz da Gökçeada Lagünü’nün önemini ve hassasiyetini bilim insanlarının açıkça ortaya koyduğunu bu alanda otel ve taş ocağı gibi projelerin asla yapılmaması gerektiğini söyledi.
Taş ocağıyla ilgili ÇED sürecinden kaçmak için işletme alanının 25 hektarın altında bırakıldığını belirten şöyle konuştu:
“Toplam alan 49 hektar. 49 hektar ruhsat alanı olduğuna göre de bu projenin 19 hektar ile sınırlı kalmayacağı açıktır. ÇED raporu almamak ve bir an önce faaliyete geçebilmek için şirketler böyle bir yol izlemektedir. Ardından da kapasite artırımına gidilmektedir.”
Söz konusu projelerle lagünün zarar göreceğini ve büyük bir felaket yaşanacağını dile getiren Oğuz, yaşam alanlarına sahip çıkılması için hukuki boyutta da gerekenlerin yapılacağı bilgisini paylaştı.
Gökçeada Çevre ve Kültürü Koruma Derneği üyesi ve bir dönem belediye meclis üyeliği yapmış olan turizmci Ayhan Kıraç ise hem doğanın dengesini bozmayacak hem de bölgede tapusu olan arsa sahiplerini mağdur etmeden imar planların revize edilerek acil bir çözüm getirilmesi gerektiğini belirtti.
Yıllar önce düzenlenen imar planları doğrultusunda arsa sahiplerinin yatırım yaptığını söyleyen Kıraç, bölgenin imara açılırken, idari ve hukuki olarak itiraz süresi tanındığını fakat kimsenin durumun bilincinde olmadığı için ilgilenilmediğini söyledi.
1990’lı yılların başında düzenlenen küçük ölçekli imar planları dahilinde bu bölgelerde sürecin başladığını ve 2015’te de adanın genelini kapsayan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planının onaylandığını dile getiren Kıraç; “Yapılar yapılmaya başlayınca, herkes itiraz etmeye başladı. Şu an bölgede, Belediyenin ruhsat vermeme yetkisi yok. Mevcut plana göre tapu sahibine ruhsat hakkı var. Mevcut planda değişiklik yapılması ancak yasal ve idari yöntemler içinde olabilir. Sulak alan hariç üst kısımlarda turizm amaçlı yatırımlar yapılabilir. Gökçeada’nın nitelikli işletmelere ihtiyacı var” ifadelerini kullandı.
Doğal Sit ve Arkeolojik Sit alanlarında yüzlerce ruhsatsız turizm işletmesi olduğunu söyleyen Kıraç, yasal eksikliklerden dolayı belediyenin de ruhsat veremediğini kaydetti.
İmarlı yasal olan yerlerin önü açılarak düzgün ve kurallara uygun tesisler açılıp, zaman içinde adanın nitelikli turizminin önünde engel olan durumun bertaraf edilmesi gerektiğini dile getiren Kıraç, gelen turistin konaklayacağı yer sayısını kaybetmeden doğru şekilde yapılar yapılarak, doğal dengenin ve turizm potansiyelinin korunabileceğine dikkat çekti.
Kıraç, imara açılabilecek en uygun yerlerin merkez civarı ve Kuzu Limanı arasında ki bölge olduğunu, Aydıncık koyunda yolun üst kısmının imara açılabileceğini, Kefaloz Plajı bölgesinde de halkın ortak kullanıma açık alanların olması gerektiğini aktardı.
Doğal dengeyi riske atmayacak çalışmaların önemli olduğunu ifade eden Kıraç, Gökçeada’nın mevcut değerlerinin ve potansiyelinin korunması gerektiğini sözlerine ekledi.
Homeros’un İlyada destanında da yerini alan Gökçeada, millattan önceye dayanan tarihi geçmişi, kültürü ve doğasıyla turizm potansiyelinin en yüksek olduğu bölgelerden biri.
Bakir koyları, sörf etkinlikleri ile deniz turizmi alanında büyük bir kapasiteye sahip olan Gökçeada; Kaleköy, Dereköy, Tepeköy, Zeytinliköy ve Eski Bademli gibi Rum vatandaşların yaşadığı, sivil mimari örneklerin yer aldığı yerleşim alanları ve yaşayış şekilleriyle kültürel turizm açısından ilgi görüyor.
Tarihi, sosyo-ekonomik ve sosyokültürel yaşantıları hem göç eden eski sakinlerinin hem de yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor.
Öte yandan, Yeni Bademli mahallesi yakınlarında yer alan höyük kazısından elde edilen buluntular adanın yerleşme tarihinin M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzandığını ortaya koydu. Bununla birlikte adada tüm mahalleler hem doğal ürünlere ilişkin üretimleri ve hem de ev pansiyonculuğu hizmetleriyle turizm içerisinde bulunuyor.
Ayrıca Gökçeada Belediyesi tarafından her yıl ağustos ayı içerisinde düzenlenen, kültür ve sanat etkinlikleri 15 Ağustos Meryem Ana şenlikleri, adaya festival turizmi kapsamında da önemli bir turizm potansiyeli kazandırıyor. Bu alanda güçlü çeşitliliğe sahip Gökçeada’da altyapı yetersizliği, ulaşım, su kaynaklarının belirsizliği ve plansızlığın büyük tehlikelere yol açacağı ve acil bir plan yapılması gerektiği vurgulanıyor.
Gökçeada’ya ait bir master planının olmadığına dikkat çeken önceki dönem Kent Konseyi Başkanı Muharrem Serttaş, turizmin teşvik edildiği Gökçeada’da altyapının yetersiz oluşu, mevcut su kapasitesinin bilinmemesinin büyük tehlikelerle sonuçlanabileceğini söyledi.
Adanın 50 yıl geleceğini kapsayacak bir plan yapılması gerektiğini aktaran Serttaş, mevcut şekilde gerçekleşen ilerlemenin adanın katledilmesine neden olduğunu ifade etti.
Gökçeada’nın ihanete uğradığını sözlerine ekleyen Serttaş, ekoturizm alanında doğayı katletmeden planlamalar yapılması gerektiğini dile getirdi.
Su kaynaklarının mevcut durumu bilinmediğini vurgulayan Serttaş, “Bunlara ilişkin çalışmalar yapılarak ne kadar nüfusa yeterli olduğu tespit edilmeli. Altyapı çalışmaları tamamlanmadan yapılaşmalar gerçekleşmemeli. Gökçeada, jeopolitik konumu ile çok önemli bir konumdadır. Atılan her adımın uzun vadeli düşünülerek, fizibiliteler yapılarak gerçekleştirilmelidir. Hem geçmiş hem gelecek düşünülerek hareket edilmelidir” dedi.
Gökçeada Çevre ve Kültürü Koruma Derneği üyesi turizmci Ayhan Kıraç ise bölgedeki turizm durumunu şöyle değerlendiriyor:
Adada tarıma, doğaya, kültüre ilişkin turizm yapılmalı ve bu kapsamda da envanter kaydı olmalı. Maalesef Gökçeada’nın ciddi bir envanter çalışması yok. Adanın turizm potansiyeli yıllar önce yapılan ruhsatsız ve denetimsiz yapılar ile destekleniyor.
Acilen turizm master planı yapılması ve nitelikli turizm faaliyetleri ile ilgili kısa ve uzun vadeli planlamalar yapılması gerekiyor.
Turizm Bakanlığı şu an işletmelerin yasallaştırılmasını talep ediyor. Bir çoğu yasal mevzuata aykırı olduğu için ruhsat alamıyor. Şu an hepsi kapatılsa adanın turizmi de çöker.
Acilen bir plan yapılmalı ve çözümler üretilmeli. Bazı sahillerde ise işletmeler, denizin içine kadar girmiş durumda. Plan ve düzen olsa halkın ortak kullanım alanlarına giremezlerdi. Turizm envanterine işlenip, vergi vermeleri gerekiyor.
Artan turist sayısı ile birlikte altyapı eksiği de ortaya çıkmaya başladı . Örneğin şu an fosseptikler mevcut ve kimyasal atıklar, evsel atıklar ciddi tehdit oluşturuyor . Tüm imar planları tamamlanıp, yasal prosedürlere uyulduğu takdirde geri dönüşümlü arıtma koymak, tüketilen suyu, tekrar kullanmak zorundalar. Bu sürecin hızlandırılması gerekiyor.
Plansız programsız bir gelişmenin önüne geçilmesi için koruma amaçlı imar planları ve alt ölçekli uygulama imar planlarının bir an önce bitirilmesi zorunludur. Özellikle son 10 yılda bölgede rant artışı yaşandı. Adanın, yüzünü turizme dönmesiyle bölgeye rağbet arttı.
Keşfedilmeye başlandığında ucuza birçok yer alındı. Şimdi ise fiyatlar inanılmaz pahalı. 10 bin nüfusa sahip ada, ikametgahı olmadan, diğer illerden ikinci konutları kapsamında gelen ve turizm amaçlı gelen nüfusla çok daha fazla artış yaşıyor.
Nüfusa oranla gerekli çalışmaların yürütülmesi önemli. Kontrollü şekilde doğayı yok etmeyecek ve halkı mağdur etmeyecek planlar yapılmalı.”
Adada yasalara uyma kültürünün zayıf olduğu yönünde öz eleştiride bulunan Kıraç, kontrol mekanizmasının güçlendirilmesi gerektiğini de vurguladı.
Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları arasında koordinasyonun zayıf olduğunu dile getiren Kıraç, bu durumun planlama açısından dezavantajlar oluşturduğunu kaydetti.
Adada ulaşım ve sağlık alanında da çalışmalar yürütülmesinin önemine dikkat çeken Kıraç, gelen turistin ve yöre halkının sağlık açısından da mağduriyet yaşamaması gerektiğini, acil durumda müdahale edecek ambulans helikopterin olmadığını, çok acil durumlarda askeri helikopter geldiğini ya da hastanın bekletilip feribotla gönderildiği bilgisini paylaştı.
Kıraç, sağlıktan, turizme, kültür ve doğayı kuramaya yönelik geniş çaplı planlamaların bir an önce yapılması gerektiğini dile getirdi.
Kaz Dağları Ekoloji Platformu Koordinasyon Üyesi Reyhan Erdem de yüksek sermaye odakları yerine yöre halkının kazanç sağlayabileceği, geniş halk kitlelerinin kolay ulaşabileceği turizm politikaları geliştirilmesi gerektiğini belirtti.
Reyhan Erdem kültür, doğa ve lagündeki çamurun cilde, sedef hastalığına iyi geldiği gerekçesiyle sağlık turizminin etkin olduğu bölgede, kontrollü ilerleme kaydedilmesine ilişkin dikkat çekti.
Bölgedeki kültürel ve mimari dokunun korunarak yapılar inşa edilmesi ve bu yönde çalışma yürütülmesi gerektiğini dile getiren Erdem, özel işletmeler yerine kamu işletmelerine öncelik sağlanması çağrısında bulundu.
Herkesin faydalanabileceği planlamalar yapılmasının önemli olduğunu dile getiren Erdem, şunları paylaştı:
“Belli bir zümreye ait topluluğun kullanabileceği alanlar yaratmak ve yüksek bedellerle kamu alanlarının ranta açılması yerine, turizm politikaları geniş halk kitlelerinin uygun fiyatlarla, kendi topraklarında dinlenme ve gezme hakkını gözeterek ilerlemeli”
Kültür turizmi açısından önemi olan sivil mimarinin korunması ve mevcut durumunun Gökçeada Lagünü Sulak Alan Yönetim Planı nihai raporunda da yer aldığını hatırlatan Erdem, rapora göre; arazi çalışmaları sırasında adada göçmen köylerinin kurulmasıyla adanın doğal ve beşerî çevresinin hızlı değişimine yol açtığını aktardı.
Söz konusu raporda; iskan politikası kapsamında oluşturulan göçmen köylerinin turizm kültüründen uzak olmasının, turizmin gelişimine katkı sağlamadığı gibi, kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda da yeterince bilinçli olmadığı belirtilmiş.
Nihai raporda, kültürel turizm alanlarına ve durumlarına ilişkin şunlar söyleniyor:
“Ada’dan ayrılan nüfus yanında adaya yerleştirilen göçmen nüfus sosyo-ekonomik ve sosyo kültürel değişimlerin yaşanmasına neden olmuştur. Boşalan köylere kısmen yerleştirilen göçmen nüfus sivil mimaride onarılamayacak hasarlara yol açmıştır. Çünkü yerleştikleri evlere kendi yaşam şekillerine göre ilaveler yapmaları, evlerin iç taksimatlarını değiştirmeleri ve betonarme düzenlemelere gitmeleri sivil mimarinin değişimine neden olmuştur. Bununla birlikte Rum nüfusunun ayrılmasıyla bakımsız ve korunmasız kalan evler yıkılmış ve virane görünüm kazanmıştır. Bu arada yeni kurulan göçmen köyleri tamamen betonarme olup, adanın sivil mimarisine ve doğal çevresine ters düşen tek tip konutlardan ibarettir. Ayrıca adanın geleneksel mimarisiyle inşa edilmiş konutların bilindiği gibi tarihsel kaynaklar önemli bir turizm çekiciliği yaratmaktadır.”
Gökçeada’nın bir bütün olarak ele alındığında mevcut durumda büyük tehlikelerle karşı karşıya kaldığını belirten uzmanlar, sivil toplum kuruluşları ve ada sakinleri, yetkililerin bir an önce gerekli önemleri almasını talep ediyor.